22 Kasım 2012 Perşembe

Afrika








Yine yoktum ortalarda bir suredir. Yine yollar yapildi, kitalar asildi, kendime dogru yolculuklara cikildi. Yeni sayfalar acildi, eskiler yakildi, en buyuk korkularla yuzlesildi. Ne zaman uyudugumu ne zaman uyanik oldugumu anlamadigim gunlerden sonra gozlerimi yepyeni bir dunyaya aciverdim. Hayatimin cok hizli degistigi su gunlerde ordan oraya savrulurmusum meger sakin sakin yurudugumu sanirken. O herseyi gosteren aynaya gorme cesaretiyle bakiverince degisiverdi hersey. Gozlerim degistiginden gorduklerim degisti. 

Bedenim zaten icinde yeni bir hayat buyuttugu yetmezmis gibi bir de bu degisime ayak uydurmaya calisirken biraz yoruldu. Ne sabah yogasina kalkabildi, ne ogleden sonra yuruyusune cikabildi. Ustune de uzun ucuslar eklenince doner donmez nur topu gibi bir kas spazmi buluverdim bacagimda, hem de bu sefer gecmistekilerden cok daha siddetli. Hep ayni bacagimin ayni noktasi yillar icinde spazm geciren. Ben acaba su eksikligi mi, bu sakatligi mi diye dolanip sucu ustumden atmaya calistikca butun degerlerim normal cikiyor. Yine bildigimi unutuyorum sadece ve sadece yeniden hatirlamak uzere.

Bugun de yine agrinin dayanilmaz oldugu noktada kendimi yoga matimin uzerine ativerdim. Yumusak hamile yogasi hareketleriyle ilerlerken icime baktim uzun uzun. Ruhun yolculugunu, zihnin gecirdigi degisimi bedene entegre etme adimlari attim kendimce. Nefesimle butunlesip gozlerimi iceri cevirince yudum yudum akti butun cevaplar. Yoganin sihirli degnegi dokunuverdi yine. Umngazi, Cape Town ama en onemlisi bebegimle kendime dogru yaptigim yolculugun resimleri suzuluverdi pencereden iceri. Butun yolculuklar birlesti.

Bu sabah hastaneden beni eve getiren bilge taksi soforunun dedigi gibi "Sukur sifayi hizlandirir, isyan sifayi geciktirir. Bak ne guzel saglikli bebegin, yuruyebiliyorsun, bacagin saglam. Sadece sukret." Guldum kendi kendime kendim icin yarattigim taksi soforune bakarak. Sukrettim tekrar gecirdigimiz guzel Afrika gunleri icin, ordaki ailem icin, aldigim her nefes icin. 

16 Ekim 2012 Salı

Yoga ve Su


Su; yaşam kaynağımız, kadim öğretilerde kutsal olarak bakılan, çeşitli ritüellere konu olan sihirli içecek. Şifa veren, besleyen, dönüştüren saydam, ışıl ışıl içeceğimiz. Sağlıkla ilgili makalelerde sürekli adı geçen, hemen hemen her türlü hastalıkta doktorların içmemizi tavsiye ettiği büyülü iksir. Etrafında sayısız mitin dolaştığı, günde ne kadar tüketmemiz gerektiği hakkında uzmanların sürekli farklı bilgiler verdiği temel içecek. Gelin biz de bu yazımızda suyla yoganın ilişkisini inceleyim.

Su yogada özellikle bedenin temizliğinde çok büyük rol oynar. Belirli miktarda hafif tuzlu suyun içilmesiyle farklı yoga hareketlerinin birleştirilmesiyle ortaya çıkan bağırsak temizliğinden, mide temizliğine kadar geniş bir yelpazade binlerce yıldır uygulanan ve sonuçları modern tıbbın bulgularıyla örtüşen çeşitli yogik temizlik teknikleri vardır. Bu konu oldukça derin bir konu olduğundan bunu başka yazıya bırakalım ve yoga derslerinde su içilmesine odaklanalım.

Her türlü sporda vücudun susuz kalmaması için sporculara sık sık su tüketmeleri tavsiye edilir. İzlediğimiz müsabakalarda molalarda sporcular midelerini çok doldurmayacak şekilde su içerler mutlaka. Belki de ondandır yoga derslerine öğrenciler genelde ellerinde su şişeleriyle girerler. Ders esnasında şişelerine saldırıp hemen birkaç yudum içerler. Oysa yoga bir spor değil. Bu nedenle suyla ilişkisi de biraz farklı.

Yoga sadece kas ve iskelet sistemi başta olmak üzere fiziksel bedenimizdeki sistemlerle çalışmıyor, aynı zamanda pranik bedenle de çalışıyor. Doğu öğretilerinin binlerce yıldır savunduğu ve artık kuantum fiziğinin de desteklediği üzere evrende herşey enerjiden oluşuyor. Buna bedenlerimiz de dahil. Bu enerjiler farklı frekanslarda titreştikleri için farklı fiziksel şekillerde tezahür ediyorlar. Bu öğretiye göre görünen fiziksel bedenimizi çevreleyen bir de enerji bedenimiz yani pranik beden var ve bu iki beden birbirleriyle sıkı bir ilişki içerisinde. Birinin sağlığı diğerinin sağlığını da etkiliyor. Fiziksel bedenimizde damarlar olduğu gibi enerji bedenimizde de enerjinin dolaştığı kanallar var. Bu kanallarda prana yani yaşam enerjisi dolaşıyor. Yoga da içerdiği hareketlerle bu prana dolaşımını düzenliyor ve pranik bedenin enerjisini ve doğal olarak fiziksel bedenimizi etkiliyor.

Asana dediğimiz yoga duruşları pranik bedende ısıyı yükselterek pranayı yükseltir. Yükselen ısı aynı zamanda bedende detoks etkisi yaratarak toksinlerin ve serbest radikallerin bedenden atılmasını sağlar. Prana akışı bedenin alt noktasından başlayarak yukarı doğru hareket eder ki bu aynı zamanda aydınlanmayı sağlayan kundalini enerjisini de yükseltir. Apana ise aşağı doğru akan bir enerjidir ve bedenin artık ihtiyaç duymadığı atıkları bedenden uzaklaştırma işlevi görür. Sindirim ve boşaltım sistemi, kadınlarda menstürasyon hep apana akışıyla düzenlenir. Hareketler esnasında içilen su hareketlerin yükselttiği ısıyı düşürerek apana enerjisini besleyerek prana seviyesini aşağı çeker ve bu iki akış arasındaki dengeyi bozabilir. Yani yaptığımız hareketlerin etkisini azaltır. Tabi ki bu söylediklerimiz batı tıbbı tarafından ölçülebilen, ispatlanabilen şeyler değil. Swamilerin, guruların binlerce yıllık gözlemine dayalı olarak yoga öğretisine gönül vermiş uygulayıcılara yapılan bir tavsiye. Aynı zamanda bazı yoga duruşlarını ister yiyecek ister suyla olsun dolu mideyle yapmak çok rahatsız eder. Her hareketin o ders içinde bir yeri vardır. Hareketler birbirlerini tamamlarlar. Uygulandıkları sıra ve süreler bile bütün ders içinde önceden planlanır ve arzulanan sonucu etkilerler. Ders esnasında kaçırılan bir hareket dersin tamamlayıcı, bütünleyici dengesini bozar.

Öte yandan dehidrasyon da sağlık için risk oluşturacak ciddi bir durum. Su bedeni besliyor, nefes alıp verme kalitesini artırıyor, eklem ve kemik sağlığını destekliyor, eklem ve organların maruz kaldığı şoku emiyor, beden ısısını dengeliyor, toksinleri atıyor ve bedenin iyileşmesine yardım ediyor. Yoga derslerinde, özellikle ashtanga ya da bikram yoga gibi pratiklerde beden çok daha fazla ter atıyor ve susuz kalabiliyor. Bu nedenle yoga derslerine gelmeden ya da kendi pratiğimizi yapmadan önce ve sonrasında bol bol su içmek çok önemli. Ders öncesinde içilen su bedenin arınmasını da kolaylaştırıcı bir etki yaratıyor. Böylece beden susuz kalmıyor. Ayrıca ders esnasında su molası verilmemiş oluyor ve öğrencilerin odağı tamamen yaptıkları hareketlerde kalıyor, konsantrasyonları bozulmamış oluyor ve yoganın duygusal, zihinsel seviyedeki etkisini artırıyor.

Öte yandan bedenin su seviyesini ölçmek için kullandığı mükemmel bir mekanizması var; susuzluk. Bedende dehidrasyon başladığında susuzluk hissi devreye girerek su içilmesini sağlıyor. Yaşlandıkça ya da başka sebeplerle bu mekanizma bozulabiliyor ama sağlıklı işlediğini varsaydığımızda da bu sinyale kulak vermek lazım. Bir yoga dersi esnasında susarsanız yapılacak en mantıklı şey az miktarda su içmek olacaktır. Hiç kimse bedeninizin ihtiyacını, o an bedeniniz için en doğru şeyi sizden daha iyi bilemez. Siz derse gelmeden önce ve ders sonrası bolca su içtiğinizden emin olun ve ders esnasında su içmemeye özen gösterin ama ders esnasında bastırılamaz bir susuzluk ortaya çıkarsa bedeninizi dinleyin ve biraz su için. 

19 Eylül 2012 Çarşamba

Korku

Hayat yine yavaslatiyor beni kendi sectigi, anlayacagimi dusundugu yontemle. Kimi zaman bir arkadas, kimi zaman es, kimi zaman anne kiliginda fisildarken kulagima bu sefer doktor kiliginda cikiyor karsima. Benim es gectigimi hatirlatiyor, dinlendiriyor, havalandiriyor beni. Serin bir Eylul sabahi camin onunde uzaniyorum gozlerim kapali. Yagmurun islattigi topragin ve yesilin kokusuyla harmanlanmis bir esinti giriveriyor iceri. Sadece bedenimi degil ruhumu da urpertiyor. Yeni bir mevsim basliyor benim icin. Eskiler dokuyor yapraklarini teker teker, her gecen gun daha ciplak kaliyorum, daha yalin. Sadece tekrar yesillenmek icin. Korkumu goruyorum, sahip oldugumu daha yeni farkettigim, tek bir cumleyle tetiklenmis kaybetme korkumu. Dusunme diyor birileri, aklina pozitif seyler getir, "ne dusunursen onu yaratirsin". Evet, ne dusunursem onu yaratirim; ama korkumu yok saymak onu bilincaltimin derinlerine itip ordan beni etkilemeye, yaratmaya devam etmesinden baska bir ise yaramayacak. Kabul ediyorum once varligini, bakiyorum gozlerinin icine, icinde kaybolmadan sadece gozluyorum disardan sessizce. Dogal diyorum kendime, bu da bu surecin bir parcasi, yargilamiyorum kendimi korktugum icin. Ben onu kabul edince benden uzaklasiveriyor. Izleyince benden ayri hale geliveriyor ve terkediyor. Yerini huzur ve cosku aliyor. Aklima baska bir zamanda baska bir bene gelen mesaj geliyor; "bedenin bir pirlanta parcasi. korkma, hersey yolunda gidecek." Gulumsuyorum. Aldigim, unuttugum ve dogru zamanda hatirladigim mesaj bulutlarin dagilmasiyla hatirima geliyor. Daha once degil. Once benim icerden cikmami bekliyor. Butun ogretiler icerde gizli, kapagi acmak yetiyor. Gormezden gelmek degil, gelmesine izin verip izlemek. Yoganin ogrettigi en guzel seylerden biri; her ani farkindalikla yasa ve icerden ne cikarsa ciksin kabul et. Icinde kaybolmadan gozle, hisset ve sana hizmet etmiyorsa serbest birak.

Butun kapilar aciliyor, her kapinin arkasinda farkli bir ben. Butun benler ayni bende eriyor. Sessiz kaliyorum. Muazzam bir donusum bu. Her adiminda bana kabul etmeyi daha cok ogretiyor. Direnmenin faydasi yok, kendimi birakiyorum. Kendime yasayacaklarim icin izin veriyorum.


26 Ağustos 2012 Pazar

Sessizlik ve mutlak huzur

Sanki bir camasir makinesinin icinde ordan oraya savruluyorum. Ruh halim degisken, bir gun dunyanin en mutlu insaniyken diger gun aciklayamadigim bir huzun. Burasi bildigim bir alan degil, ilk defa ayak bastigim bir yerdeyim. Ne bedenim bildigim gibi, ne zihnim, ne de duygularim. Kabul ediyorum, kendimi, herseyi oldugu gibi kabul ediyorum. Biliyorum ki bu da bu yolculugun bir parcasi. Gulumsuyorum. Dolmus sirasinda onume gecen biri yuzunden delirip 5 dakika sonra sakinlesiyorum. Delirdigim icin utanip kendimi yargilamiyorum. Matruska bebekleri gibi surekli yeni bir ben cikiyor icimden. Sasiriyorum ama kabul ediyorum. Iceri donuyorum sonra, bakiyorum neymis sebebi o delirmenin. Karsimdaki bana cok buyuk bir haksizlik yapmis olsa da, benim "hatam" olmasa da o tepki benden cikti, benimle ilgili. Her adimda kendimi anlamaya calisiyorum. Zorlamadan, o an ne kadarina hazirsam. Sik sik meditasyon yapiyorum. Oyle mumlar, tutsuler falan gelmesin akla. Her nerdeysem, her ne sekildeysem kapativeriyorum gozlerimi ve derin nefesler aliyorum. Cok sevgili hocamin dedigi gibi "aldigim her nefesin beni biraz daha derine goturmesine izin veriyorum." Butun katlarimdan geciveriyorum teker teker, aci da, huzun de, sevinc de orda, kendime dair, ben oldugunu sandigim hersey orda. Yargilamadan izliyorum. Sonrasinda o zihnin sustugu artik bedenimi hissetmedigim yere geliyorum. Herseyin durdugu, buyuk resmi gorup kucuk resimde ne kadar boguldugumu hatirlayip kendime guldugum yere. Sanilanin, varsayilanin, ben oldugunu dusundugum herseyin otesindeki "ben"e. Sessizlik ve mutlak huzur hali. Tamamen ozgurum.
Belki yine yolumu kaybedecegim, belki yine tokezleyip dusecegim ama onemi yok. Artik eve donus yolunu biliyorum. Bu yolculuk icin sukrediyorum ve heyecanlaniyorum ogreneceklerim icin.

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Anın getirdiği özgürlük


Özgürlük; üzerine şiirler yazılan, şarkılar bestelenen, uğruna savaşlar verilen özgürlük. Olmazsa olmaz dediğimiz, herkes için ama en çok kendimiz için istediğimiz özgürlük. Peki nedir özgürlük? Seçim yapabilmek mi? Bu hayatta istediklerimizi seçip, istemediklerimizi seçmemek mi? Seçtiklerimizi yapıp seçmediklerimizden uzak durmak mı? Yoksa bunların ötesinde daha derin bir kavram mı? Ya da siz bir adım öteye gitmeye ne dersiniz?
Ne kadar özgürüz peki? Kimimiz sevmediğimiz işlere mahkum, kimimiz ilişkilerimizde çıkmaz sokakta, kimimiz korkularımızla ördüğümüz duvarların arkasında hapis. Sanki iş değiştirsek, bu ilişkiden çıksak herşey değişecek.  Seçimler yapıyoruz yaptığımız seçimlerin bizi mutlu edeceğini umarak. Sihirli değneği dışarda arıyoruz. Birileri bizi özgür bıraksın da kendimizi bulalım. Acaba özgürlük dışardan bize verilen birşey değil de hücrelerimizde hissetmemiz gereken bir hal olabilir mi?
Seçim hakkımız olsun elbet. Kendi doğrumuzu konuşalım ve kendi doğrumuz çizgisinde hareket edelim. Bize uymayan, içimizi titretmeyen hiçbirşeye zorlanmayalım. Eşimizi, işimizi, yaşayacağımız yeri, yiyeceğimizi, içeceğimizi, kitabımızı, arkadaşımızı biz seçelim. Bize uymayanı seçmeyelim, bize birşey dayatılmasın, kimse bizi birşeye zorlamasın. Konuşmak istediğimizde sadece konuşmak istediğimiz için konuşalım ve söylemek istediklerimizi söyleyelim sadece. İnsana yakışır bir şekilde yaşayalım.
Bazen de kendi korkularımız elimizi kolumuzu bağlayan, atmak istediğimiz adımları atmaktan vazgeçiren. Başaramama, yetersiz olma, beğenilmeme, sevilmeme korkularımız bizi kendi özümüzden uzaklaştırıp ellerimizi kollarımızı bağlayan. O korkuları şifalandıralım teker teker, kendi merkezimizde kalalım etkilenmeden. Her içimizden geçen niyet, ağzımızdan çıkan her laf, her duygumuz bir eyleme dönüyor. Eylemlerimiz yaşadığımız gerçekliği oluşturuyor. Günün sonunda aslında kendi yarattığımız gerçekliklerde yaşıyoruz. O yüzden aklımızdan geçen her düşünceye, ağzımızdan çıkan her lafa dikkat edelim.
Bazen de hayat beklediğimiz, planladığımız gibi ilerlemiyor. Tercih etmediğimiz, seçmediğimiz hayatların, olayların içinde buluyoruz kendimizi. O zaman hayal kırıklığına uğruyoruz, öfkeleniyoruz, üzülüyoruz, en kötüsü kendimizi kapana kısılmış hissediyoruz. Dışardan özgür görünen ama görünmeyen duvarların içine hapsolmuş hayatlar. Bu duvarları yıkmanın bir yolu olmalı.
Ünlü yogik metin Bhagavad Gita karma yogadan bahseder. Karma yoga bencil olmayan eylem (selfless act) demektir. Attığımız her adımın, ağzımızdan çıkan her sözün ardından bir karşılık bekliyoruz. Çoğu zaman birine yardım ettiğimizde bile takdir edilmek için yardım ediyoruz, sevilmek için birilerine iyi davranıyoruz, daha iyi bir hayat için çalışıyoruz. Her hareketimize eklenmiş beklentilerimiz var. Beklentilerimiz karşılanmadığında hayal kırıklığına uğruyoruz. Bu hayal kırıklığı, beklentiler davranışlarımızı yönlendiriyor. Özgür olduğumuzu sanıyoruz ama beklentilerimiz karşılansın diye atılan adımlar ne kadar özgürce verilen kararlar olabilir ki. Kendi doğrunuzu konuştuğunuzda onaylanmayacağınızı bilirseniz ve onaylanma, sevilme ihtiyacınız çok yüksekse kendi söylemek istediğinizi değil karşınızdakinin duymak istediğini söylersiniz. İşte karma yoga diyor ki beklentilerinden sıyrıl, kendin için birşeyler bekleyerek eylemde bulunma. O kısır döngüden çık ki özgür olabilesin, kendi özüne ulaşıp özgür kalabilesin. O zaman etrafındaki olaylar sana hiç dokunmayacak. Olaylar ne kadar farklı şekillerde gelişirse gelişsin sen kendi merkezinde kalıp kendi özüne ineceksin. O zaman kendini kapana kısılmış, görünmez duvarlarla hapsedilmiş hissetmeyeceksin. Dışarda ne olursa olsun seni etkilemeyecek. Seçimlerimizle varoluyoruz. Seçim yapmak bir özgürlük ama asıl özgürlük önümüze ne gelirse gelsin yine kendimiz olarak kalabilmek. Sonuçlardan bağımsız kendi gücümüzde kalabilmek.

Gösterilen çaba gelecek odaklı olmasın. Her ne yapıyorsak sadece o an için yapalım. Spor yapıyorsak bir ay sonra güzel ve sağlıklı bir bedene sahip olmak için değil tam o an yaptığımız işten keyif almak için yapalım. Anda kalıp o an yaptığımız işin içinde eriyelim. Nehir denize doğru akarken doğru akmalıyım, diğer nehirleri geçmeliyim diye düşünmüyor. Sadece akıyor o an nasıl akması gerekiyorsa. Kendi hızında. Arslan dünün, yarının avını düşünmüyor. O an ne yapılması gerekiyorsa yapıyor. Kendine acımıyor, avına acımıyor. Akışın içinde eriyip gidiyor. Çocuklar oyun oynarken o akşamın ödevini, dün annelerinin söylediklerini düşünmüyor, sadece oyun oynuyorlar. Buna yogada eyleme geçmeden eylemde bulunma, eylemsiz eylem deniyor. Yarın terfi almak için bu projeyi bitirmek değil, bu projede çalışırken sadece bu projede çalışmak için çalışmak ve bu proje için elimizden gelenin en iyisini yapmak.
Bütün bu kalıplardan kurtulmak için zihinden özgürleşmek gerekiyor önce. Hintli mistik Osho’nun dediği gibi sadece zihinsiz insan özgürdür çünkü zihinsiz insan hesaplara girmez, bu anı yarın için feda etmez. Emeklilik günlerinin hayalini kurarak çalıştığımızda hayatı kaçırıyoruz. Zihin hep yarındayken o yarın hiç gelmiyor. Yarına geldiğimizde önümüzde odaklanacak başka bir yarın oluyor. Hiç bir zaman mutlu olmuyoruz. Oysa ki anahtar tam şu anda kalabilmek.
Özgürlük seçim yapmak değil, tam tersi seçim yapmadan da mutlu olabilmek. Hayatın bize sunduğuyla mutlu olabilmek. Şartlardan bağımsız kendi içimizde dengede kalabilmek. Çocuklar gibi dünü, yarını unutup sadece içinde bulunduğumuz anda kalabilmek.

14 Haziran 2012 Perşembe

Bir yoga aşramında günler


Siz hiç sabahın 5'inde bir Hint köyünde yoga yapmak için kalktınız mı? Elektrik olmadığı için ne giydiğinizi görmeden kapıdan dışarı çıkıp, zehirli yılanlara basmamak için elinizde fenerle yürüdünüz mü? Sabahın soğuğunda elinizde matınızla yoga salonuna yürürken, parlayan venüsü görmek için başınızı kaldırdınız mı? 40 kişi hep bir ağızdan mantra okuyup ardından iki saat asana pratiği yaptınız mı? Bedeninizin yavaş yavaş uyandığını, sizi yeni güne hazırladığını, zihnin uyandığı halde sessiz kalmayı seçtiğini hissettiniz mi? O iki saatin göz açıp kapayıncaya kadar geçtiğini, o iki saat boyunca hiç saate bakmadığınızı, çünkü o iki saat boyunca anda kaldığınızı, bundan sonra olacakları ya da dün olanları düşünmediğinizi, sadece o anda ama tam da o anda olduğunuzu farkettiniz mi? Asana pratiği bittikten sonra salondan çıktığınızda köyün yeni uyandığını, güneşin pirinç tarlaları üstünde süzülürken ne kadar da güzel olduğunu, ve sizin de doğayla uyum içinde hareket ettiğinizi, artık yürümediğinizi ama süzüldüğünüzü gördünüz mü? Aldığınız her nefes sizi canlandırır, bedeninize dolan pranayı hissetmeye başlarsınız, garip bir sarhoşluk halidir bu, kendinizi gülümsemekten alıkoyamazsınız ve etrafınızda baktığınız herşeydeki, varoluştaki sihri görürsünüz ve aldığınız her nefes için, o anın bir parçası olduğunuz için şükretmeye başlarsınız, tamamen özgürsünüzdür. Geriye ne endişe kalır, ne korku, ne keder, bunların hepsinin yerini kabullenme alır. Geleni olduğu gibi kabul etme, olanla akma kaynağa doğru.
Şehrin gürültüsünden uzakta masmavi gökyüzünün altında yazın muson yağmurlarıyla beraber zümrüt yeşiline boyanan, kışın kahverengiyle yeşilin dansettiği, etrafı dağlarla çevrili bir arazi üzerine kurulmuş basit, tek katlı, küçük yapılar düşünün. Ön tarafında pirinç tarlaları, arkasında bir tepe ve Hindistan kırsalına özgü zehirli yılanlar, inekler, fareler ve bunlarla yaşamayı öğrenmiş insanlar. Bunlara ek olarak yoga bilgisini derinleştirmek için dünyanın dört bir yanından gelen ve özellikle Hindistan’a ilk ziyaretiyse hem büyülenip hem zorlanan farkli din, dil ve kültürlerden öğrenciler. İşte burası Bihar Yoga Okulu’na bağlı Yoga Vidya Gurukul aşramı.
Hindistan geniş cografyasının dört bir yanına dağılmış tapınakları, öğretileri, mistikleriyle batılı maceraperestlerin ruhani yolculuklarında en çok ziyaret ettiği adreslerden biri. Yıllar yılı batının doğu mistisizmini keşfiyle modern yaşamda mutsuz olan yığınlar Hindistan’a doğru yola çıkmış. Kimisi orda bir gurunun peşine takılmış hayatı değişmiş, kimisi bir aşramda yıllarca kalmış, kimisi dağlarda, mağaralardaki mistiklerle yaşamış. Bu yolculuk bugün de devam ediyor. Her sene binlerce batılı öğrenci Hindistan’da yoga eğitimi için aşramların kapısını çalıyor.
Aşram bir gurunun yaşadığı ve öğrencilerine öğrettiği, münzevi bir hayat sürdürülen bir mekan. Guru ise öğrencilerine spiritüel rehberlik eden bir öğretmen. Her aşramın farklılık gösteren yönleri olduğuna eminim ama sanıyorum benzerlikler farklılıklardan fazladır.
Hindistan’da şehirler kalabalık, gürültülü ve dağınık. Bunun üstüne bir de hava ve çevre kirliliğinden bolca nasibini aldığı için aşramlar genelde şehir dışlarında, kırsal alanlarda kurulmuş. Öğrenciler dış uyaranların etkisinden kurtulup daha kolay içsel yolculuklarını yapabilsinler diye. Yoga Vidya Gurukul da Nashik şehrinin dışında Talwade köyünde kurulmuş. Yakınlarında Hindistan’ın en önemli 12 Shiva tapınağından birine ev sahipliği yapan Trimbak köyü var. Trimbak hacılarla dolup taşıyor. Bazı günler aşramda dışarda otururken esen rüzgarla beraber Trimbak’daki duaların sesleri duyuluyor.
Saat 5’de gökyüzünde venüsle başlayan gün sabahki asana pratiğinin ardından karma yoga saatiyle devam ediyor. Bir saat boyunca öğrenciler o gün kendilerine verilen görev kapsamında ya mutfakta çalışıyorlar ya aşramı temizliyorlar ya da bireysel yeteneklerine göre değişen çeşitli işler yapıyorlar. Ardından günün ilk öğünü, ayurvedik prensiplere göre hazırlanmış kahvaltı zamanı. Kahvaltıdan sonra yoga felsefesinin anlatıldığı dersler başlıyor. Bu derslerden sonra öğle yemeği, öğlen tatili ve arkasından biraz daha teorik ders. Teorik derslerden sonra bir kez daha asana çalışması yapılıyor. Güneş batarken akşamki mantra seansı başlıyor. Mantralar bir melodi eşliğinde söylenen değişimi sağlayabilecek güce sahip dini şiirlerdir. Tek heceden oluşabileceği gibi daha uzun da olabilir. Mantra seansının ardından akşam yemeği yeniyor. Aşramda gün erken bitiyor, ışıklar akşam 10’da sönüyor.
Aşram yaşamı hem çok güzel, hem çok zor. Bütün konfor alanından uzakta geçirilen günler. Duştan sıcak suyun akmadığı, internetin olmadığı, alışılan ev temizliğinden uzakta, farelerle ve zehirli yılanlarla iç içe kişinin kendisiyle geçirdiği günler. O zaman anlıyor insan hayatındaki maddelere, kişilere ne kadar çok bağlandığını ve aslında bunların özgürlüğünü ne kadar kısıtladığını, mutluluğunu şarta bağladığını. Orda bir tercih yapıyor insan ve büyümek için bir adım atıyor ya da Hindistan’dan ve bu deneyimden nefret edip evine dönüyor. Orda kalanlar bedenleri arınmış, güçlenmiş ve esnekleşmiş, zihinleri biraz daha sessizleşmiş ve kendileriyle ilgili yeni birşeyler keşfetmiş olarak dönüyorlar evlerine. Orda edinilen deneyim hayat boyunca kalıyor bedende, ruhta. Birgün bir başka yerde duyulan bir koku, bir ses, göze çarpan bir renk ya da yoga matının üzerindeki herhangi bir an binlerce kilometre öteye götürüveriyor insanı. Hindistan yer ediyor kişide bir ömür çıkmamacasına. 

24 Nisan 2012 Salı

Dogumum, en buyuk travmam



Haftasonu cok ozel bir meditasyon calismasina katildim, hayatim degisti. Bilincaltimin en karanlik dehlizlerine dogru bir yolculuktu bu. En derine gomulu, bu dunyadaki daha ilk nefesimde beni bir omur icin yaralayan, orada oldugunu hep hissettigim ama adini koyabilecek kadar hatirlamadigim, kendimi bu sinsi, yapis yapis endiseden ozgur kilmaya niyet etmemle bana kendini gosteren travmam, dogumum cikti karsima. 


Dogum kanalinda ilerlerken basimin sikismasiyla arada kalmam. Dokuz aydir kosulsuz, sinirsiz bir sevgi denizinde sonsuz mutlulukla yuzdugum yuvaya, rahme geri donemeyecegimin caresizligi ama ileriye dogru gidememenin paniginde kalakalan, korkuyla kaskati kesilen ben. Ilk defa birseyi basaramayacagimin endisesi. Nice caba sonrasinda ilerleyip dunyaya geldikten sonra o soguk odada annemin kucagina gitmek icin debelenirken anneme verilmeyisimle ilk defa tattigim ve bundan dort sene oncesine kadar yakami birakmamis olan yalnizlik hissim. Ilk defa bana kendini gosteren terkedildigim, degersiz oldugum hissi. O ana geri donusumle gozlerimden bosalan yaslar ve dogdugu dakikalarin 32 yasiyla birlestigi iki ani ayni anda yasayarak sabaha kadar anne diye aglayan ben. 32 yil sonra annesini yeniden kesfeden, kendisini annesinin kucagina birakan ben. 32 yil boyunca hayatimi etkileyen, her kendimden suphe duymamin arkasindaki o birkac saate geri donen ben. Bebek haliyle annesinin gogsune geri donup meme emen ve annesinin kokusunun burnunu doldurdugu, teninin tenine degdigi ani yeniden yaratip 32 yasinda annesine tekrar asik olan ben. Annemin rahmindeyken ondan gelen sinirsiz sevgiyle sarhos olan ben. Yillar yili bilinc altimda farkinda olmadan beni terkettigi icin anneme ofkeliymisim megersem. Herkese sarilarak kendini gosteren fiziksel temas acligim bundanmis. O ana tekrar tekrar donup anneme sarildim, anneme sarilarak sabaha kadar agladim. Her sarilisimda biraz daha sifalandim. Ne sansliyim ki dogum travmami sifalandirdim. Bu sifayla yeniden dogdum, hem de bu sefer travmasiz. Sanki yeniden yurumeyi ogreniyorum, herseyi ilk defa goruyorum. Artik kendimi guvende hissediyorum.


Neden bir bebek dogar dogmaz annenin kucagina verilmez ki... Neden bir bebek o an tek ihtiyaci annenin kucaginda olmakken annenin elinden alinir ki... Modern tibbin insan ruhunu yaraladigi an. Hersey olculemiyor, testlerle gorunmuyor. Sizin gorememeniz onun orda olmadigi anlamina gelmiyor. Haftasonundan beri her an yeni birsey hatirliyorum, yasadiklarim yeni yeni oturuyor. Bu sabah bu video cikti karsima, gozyaslarima yine engel olamadim. Umarim siz de seversiniz.

12 Nisan 2012 Perşembe

Cok sukur yavrum



Ne kadar cok seye sahipsiniz farkinda misiniz? Yoksa siz de sahip olduklarina degil sahip olamadiklarina odaklananlardan misiniz? Hep elinde olmayanlara bakip uzulen, o yuzden de her zaman kendini eksik, mutsuz hissedenlerden.

Kucukken buyuklere nasilsiniz diye sordugumda genelde "Cok sukur yavrum, iyiyim." derlerdi. Ordaki sukur benim icin iyiyim cevabina ilistirilmis, ezberlenmis, ici bos bir kaliptan ibaretti. Sanki cok sukur demeden iyiyim demek ayipmis gibi. YIllar sonra anladim anlamini, yansittigi hayat gorusunu, tevazuyu ve pozitif durusu. Simdi geriye donup bana bu cevabi veren butun buyukleri sarip sarmalamak istiyorum. Belki de bu yuzdendir cevaplarimda artik anneannemden daha cok sukur kelimesini kullanmam :)

Bugun bir degisiklik yapip gune sizi mutlu eden, sahip oldugunuz seyler icin sukrederek baslamaya ne dersiniz?

Ben bu guzel bahar sabahina uyanabildigim ve saglikli oldugum icin sukrediyorum. Benimle sahilde ders yapmak isteyecek kadar hayat dolu arkadaslarim oldugu icin sukrediyorum. Yine gunes yuzumu yalarken cimenlerin uzerinde, denize karsi ders yapacagim icin sukrediyorum. Aksami sevdigim arkadaslarimla gecirecegim icin sukrediyorum. Evde ordan oraya kosturan kedilerim icin sukrediyorum. Benimle hayati paylasmayi secen ve hayatimi guzellestiren "O"nun icin sukrediyorum. Kardesim, ailem icin sukrediyorum. Sevdigim seyi is olarak yapabildigim icin sukrediyorum. Belki de en onemlisi kendime hata yapabilme izni tanidigim, her an ogrendigim ve buyudugum, sevgide kalabildigim icin sukrediyorum.

Siz nelere sukrediyorsunuz?

11 Nisan 2012 Çarşamba

Bahara merhaba

Dergi Bursa'da cikan yazim...

İşte yine bahar bütün sihriyle, dinamizmiyle kapımızda. Doğanın soğuk, ıslak, karanlık kış mevsiminden çıkıp bahara girmesiyle beraber toprak ısınıyor, çiçekler açıp güneşe doğru uzanmaya başlıyor, yaşam hızlanıyor. Doğanın bu kadar pürüzsüz, akıcı yaptığı geçişi maalesef biz insanlar bu kadar kolay yapamıyoruz. Özellikle de doğayla bağlantımız zayıfladıkça kıştan bahara geçerken çok zorlanıyoruz. Üzerimize bir ağırlık çöküyor, tembelleşiyoruz. Oysa yogik ve ayurvedik prensipleri takip ederek havaların ısınmasıyla beraber uyanan, canlanan doğayla birlikte yeniden doğabiliriz biz de.

Ayurveda sanskritçede ayu (yaşam) ve veda (bilim, sanat) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir ve yaşam sanatı demektir. Eski hint metinleri vedalarda görülen ayurveda yogayla beraber uygulanması tavsiye edilen yoganın kardeş bilimidir ve yogik öğretileri tamamlar. Temel amacı kişinin ruhsal ve fiziksel sağlığını denge haline getirmektir. Ayurvedaya göre evrende beş temel element (boşluk, hava, ateş, su, toprak) vardır ve bu temel elementlerin birbirleriyle ilişkisine göre temel enerji grupları ortaya çıkar. Bu temel enerji grupları dosha olarak adlandırılır ve üç adettir; vata, pitta ve kapha. İnsanların doğumla gelen ve yaşamboyu değişmeyen temel yapısı bu doshalarla ifade edilir. Ayurveda insanlar gibi günü ve mevsimleri de doshalarla ifade ederek birbirinden ayırır. Günün değişik zamanları ve mevsimlerin insanları farklı şekillerde etkilediğini savunur. Bireylerin temel yapılarıyla günün farklı bölümlerini, farklı mevsimleri ilişkilendirip farklı diyetler tavsiye eder. Burada amaç kişilerin doğayla uyumunu sağlayıp sağlık hallerini dengelemektir.

Sağlıklı ve keyifli bir ilkbahar geçirebilmek için kapha doshasını dengelemek gerekir. Kapha toprak ve su elementlerini simgeler ve bedenin bunlarla olan ilişkisini düzenler. Eklemlerin kayganlığını; sinüsler, akciğerler ve mide gibi hassas dokuları korumak için mukus salgılanmasını sağlar. Aynı zamanda kasların kuvvet ve esnekliğini de belirler. Bedenimizde kapha dengede olduğunda kendimizi güçlü, kararlı ve dayanıklı hissederiz. Bedenimizdeki kapha dengesi bozulduğunda kendimizi yorgun, zihinsel olarak donuk ve depresif hissederiz. Özellikle bahar aylarında kaphayı dengelemek çok önemlidir çünkü kış ayları boyunca bedenimizde kapha birikir. Bu nedenledir kış aylarında daha çok evde oturmamız, daha çok yememiz ve daha çok uyumamız. Baharla beraber bedenimizdeki fazla kaphayı atmamız gerekir.

Bunun en iyi yolu bedenimizde prananın (yaşam enerjisinin) rahatça dolaşabilmesi için çeşitli yoga hareketleriyle, duruşlarıyla alan açmak ve bu alanı doldurmak için pranayama (yogik nefes çalışması) yapmaktır. Eğer yoga yapmıyorsanız, ama hep aklınızın bir köşesinde yogaya başlamak vardıysa belki de bu ilkbahar ilk adımı atmak için iyi bir zamandır. Deneyimli bir eğitmenle beraber düzenli olarak yoga duruşlarını ve nefes çalışmalarını uyguladığınızda bedeninizdeki blokajlar kalkacak ve açılan boşluklarda daha fazla hayat enerjisi prana dolaşacaktır. Özellikle ilk başlarda belki yoga matınızın üzerine çıkmamak için kendinize bahaneler üreteceksiniz, hareket etmemek daha cazip gelecek. Eğer çalışmanıza sadık kalır ve pratiğinizi aksatmazsanız ödüllerini de alacaksınız.

Hiç kuşkusuz kozadan çıkan bir kelebek gibi baharda yeniden doğmak, dönüşmek için bu egzersizleri uygun bir diyetle desteklemek gerekiyor. Bu mevsimde kaphayı yükselten süt ürünlerinden, buzlu ve soğuk içeceklerden ya da yemeklerden, kızarmış, yağlı yemeklerden uzak durmaya çalışın ya da bunların tüketimini azaltmayı deneyin. Sofranıza daha çok doğal, hafif ve sindirimi kolay yiyecekler koymayı hedefleyin. Yeme alışkanlıklarınızı kontrol edin ve işlenmiş besinleri hayatınızdan çıkarmaya çalışın. Düzenli aralıklarla yemek yiyin, bu bedendeki sindirimi kolaylaştıran ve ayurvedada agni olarak adlandırılan sindirim ateşini hızlandırmaya da yardımcı oluyor. Bırakın bu bahar hayatınızı değiştirme, kendinizi dönüştürme, yeniden doğma zamanı olsun sizin için.

En önemlisi de doğayla bağlantınızı canlandırmaya çalışın. Güneşli günlerde dışarı çıkın ve gözlerinizi kapayarak güneşe karşı oturup derin nefesler alın. Ağaçlara dokunun, kendini daha sık göstermeye başlayan güneşle beraber hareketlenen hayvanları izleyin. Bedeninizin canlandığını, sizi çevreleyen doğanın bir parçası olduğunuzu hissetmeye çalışın. Doğayla, toprakla bağlantınızı hatırlayın. Betonların içinde bir yaşamı seçmiş olsak da hala toprak ananın bir parçasıyız. Bunu hatırlayın ve size sunulanlar için teşekkür edin. Şehrin temposuna yenik düşmeden bir adım atın ve kendi ritminizi yavaşlatın. Sadeleşin ve sadece ruhunuzu ve bedeninizi canlandıran, besleyen şeyleri hayatınızda tutun, artık size hizmet etmeyenleri serbest bırakın. Çevrenizdeki o muhteşem, ahenkli değişimi takdir edecek zamanı yaratın kendinize ve bu dönüşüm sizin kendi dönüşümünüz için ilham olsun size, enerjinizi ve ışığınızı yükseltsin. Baharla beraber uyanın, yeniden doğun kendinize.

12 Mart 2012 Pazartesi

Düşme Korkusu


Pırıl pırıl parlayan karların üzerinde geçen bir haftasonu ne kadar da çok farkındalığa gebeymiş meğersem. Yine kendimle ilgili keşfettiklerim, yıllar önce en derinlere gömdüğüm ve ansızın karşıma çıkıveren anılar. Kalp atışlarımı hızlandırıp kendimi çaresiz hissettiren o eski, bildik korku. Bu sefer hiç beklemediğim bir anda, beklemediğim bir yerden önüme atlayan o panik duygusu. Hiç içinden çıkamayacakmışım gibi hissettiren ve beni kendime karşı belki daha önce hiç olmadığım kadar dürüst kılan o karmaşık hisler.

Ardından kafamın içindeki karmaşanın kayarken dindiğini farkediş. Kayarken bütün korkularımdan geçip kendimi akışa bıraktığımın bilinci. Onun ardından gelen yüzleşme. İlk board dersimi aldığım günü hatırlıyorum. Hocamın bana agresif olmamı salık verdiği o gün. Belki de hayatımda ilk defa birinin benden agresif olmamı istemesinin şaşkınlığı. Hızlanmanın verdiği korkuya teslim olup kendi ilerleyişimi baltalamam. Sonrasında gelen artık sana öğretecek birşeyim kalmadı, senin sadece cesur olman gerekiyor meydan okuması. Farkettim ki düşmekten korkmayı bıraktığım gün iyi kaymaya başladığım günmüş. Ne kadar çok korkarmışım düşmekten. Düşersem yeterince iyi olmadığımın anlaşılmasından. Tutsak etmişim kendimi kendi ellerimle. O korkuyu bıraktığım an karın ve kaymanın tadını alır olmuşum. O korkumu bıraktığım an duvardan uzaklaşıp odanın ortasında ters duruş yapmaya başlamışım.

Belki de önce düşmek gerek yeniden ayağa kalkılabileceğini, zarar görmeyeceğini anlamak için. Onun için derslerde sirsasana (baş duruşu) deneyen öğrencilerime düşeceklerini hissederlerse nasıl düşmeleri gerektiğini anlatıyorum. Kendilerine zarar vermeden düşüp yeniden kalkabilmeleri için. Kendilerini hazır hissettiklerinde, istediklerinde duvar bağımlılığından kurtulup odanın ortasında denemelerine yardım ediyorum. Birkaç kere düştükten sonra düşmeden kalkmayı öğreniyorlar.

Düşme korkusuyla, yeterince iyi olmama korkusuyla atmaktan vazgeçtiğimiz adımlar var hayatta, pişmanlıklar, hayal kırıklıkları. O korkuya teslim olmak düşmekten daha çok acıtıyor canımızı. O apansız korku iliklerimize işleyip kanımızı donduruyor. Ellerimizi, ayaklarımızı kilitleyip adım atmamızı engelliyor. O korkuya inat adım atmak lazım. O korkunun karşısında durup haykırmak lazım istediğimizi. Kendi yapabileceklerimize inanmak lazım. Olabilecek en kötü şey düşmek. Tekrar kalktıktan sonra ne farkeder ki... Reddedilsek ne farkeder ki, kabul eden biri illa ki çıkacak. Sevilmesek ne olur ki biz sevdikten sonra. Korku frekansında yaratım doğal olarak korkuyu daha fazla besleyecek. Korkudan çıkmak lazım.

Ne zaman herhangi bir konuda kendimi yeterince güçlü hissetmesem, kendime güvenimin odayı terketmekte olduğunu hissetsem, korkunun kokusunu duysam kendimi matın üzerine atıyorum. Önce küçük bir meditasyonla gerçekten neden korktuğumu anlamaya çalışıyorum. Ardından bir ters duruş deniyorum. O zaman herşeyin yolunda olduğu, herşeyi yapabileceğim bilişi yerleşiyor tekrar. Denemek için kendime izin veriyorum. Sonuçlar ne olursa olsun adım atıyorum. Beklenti elbisesinden soyunup yürümeye çalışıyorum. Sonuçta herşey olması gerektiği gibi oluyor. Biliyorum ki ben her zaman elimden gelenin en iyisini yapıyorum.

29 Şubat 2012 Çarşamba

Kendime izin veriyorum


Hani bazi gunler vardir, caniniz hicbirsey yapmak istemez. Ne en sevdiginiz arkadaslarinizla bulusmak istersiniz, ne en cok sevdiginiz cafeye gitmek. Kitap okumak bile zor gelir, oyle koltukta uzanip sadece dvd izleyip tembellik yapmak istersiniz. Her gun duzenli yoga pratigi yapiyor olsaniz bile bazi gunler o yoga matinin yuzune bakamazsiniz. Iste o gunlerde bedeni, ruhu dinlemek lazim. Belirli bir beden farkindaligi gelistirdiyseniz ve o beden o gun hareket etmek istemiyorsa bunun bir nedeni var. Matin ustunde bazi gunler bazi hareketleri yapmak istemiyorsaniz bunun bir nedeni var. Eger sizi o mattan uzak tutan seyin egonuz olmadigindan eminseniz yapmayin o gunku pratiginizi. Eger caniniz kimseyi gormek istemiyorsa kendinize yalniz kalma izni verin. Bazi programlara hayir deme izni verin. Kendinizle basbasa dinlenme, enerjinizi toparlama izni verin. Bu tembel oldugunuz anlamina gelmiyor, sadece bedeninizin, ruhunuzun bir molaya ihtiyaci oldugu anlamina geliyor. Kendinize haksizlik etmeyin, sadece kabul edin. Bugun oglen yemek yedigim dunyalar guzeli arkadasimin bana hatirlattigi gibi bakin bakalim yaptiginiz seylerin ne kadarini kendiniz icin yapiyorsunuz, ne kadarini kendiniz icin yaptiginizi sanirken aslinda baskalari icin yapiyorsunuz.
Hindistan'dan dondugumden beri surekli bir yerlere kosturuyorum. O nedenle de geldigimden beri yorgunum, yeni egitimler, yeni projeler derken dinlenecek vakit bulamiyorum. Bunu kendime neden yapiyorum? Bugun, burda, simdi kendime dinlenme ve kendimi dinleme izni veriyorum.

13 Şubat 2012 Pazartesi

Yolu Sevgiden Gecenlere


Dergi Bursa'da cikan yazim... Fotograf icin sevgili Teoman Unal'a tesekkurler...

Bakis acisi aslinda hayati nasil yasadigimizi belirleyen. Belki cok klise ama yarisi dolu bir bardaga bakip yarisini bos gormek de mumkun. Ayni sekilde cevremize bakip mucizelere tanik olmak da siradanligin icinde kaybolmak da secenekler arasinda. Hayata karsi durusumuz hayatimizin sinirlarini cizen.

Varolusumuzun basli basina sihir olduguna inananlardanim. Bir kismi bilimle aciklanabilen bir sihir. Dunyanin kendi etrafinda donmesi de, bir bebegin dogmasi da, denizde dalgalarin olmasi da bilim tarafindan kolayca aciklanabilen olgular. Bu yine de gun batimindaki kizilligin sarhos edici etkisini, yeni dogmus bir bebegin masum uykusunun mesgul zihinlerdeki sessizlestirici etkisini ya da dalgalarin kiyiya vurdugunda cikardiklari sesin nefes kesici oldugu gercegini degistirmiyor. Aciklayabilmek butun bunlari daha az sihirli kilmiyor. Butun bunlari gorup gecmek de bir secenek, gordugu herseyde Tanri'nin varligini hissetmek ve sukretmek de bir secenek.

Yoga egitimimin devami icin bir kez daha geldigim Hindistan'da kafamda bu dusuncelerle seyahat ettigim uc haftanin sonunda solugu asramda aldim. Bu binbir renkle, farkli dinlerle ve dillerle bezeli kocaman ulkede ucu bucagi olmayan duygularda gezindim. Olani oldugu gibi kabul etme dusturuyla ciktigim yolda asik oldum bir kez daha bu topraklara, insanlara. Farkettim ki aska tutulasi varsa insanin nerde ne yaptigi onemli degil. Ask icinde yuruyunce gordugumuz hersey guzel, hersey sihirli. Ask varsa gerisi teferruat.

Iste Bhakti Yoga tam da bundan bahsediyor. Bhakti adanmislik demek, bhakti Tanri'ya ve Tanri'ya dair herseye derin bir sevgi ve baglilik duymak demek. Bhakti yoga hissettigimiz butun duygulari sevgide harmanlayip Tanri'ya yonlendirmeyi salik veriyor. Bu yolla yasadigimiz o ayrilik hissini ve egoizmi ortadan kaldirmayi amacliyor. Bireyi zihin oyunlarindan arindirip evrensel bilincle, Tanri bilinciyle dolduruyor. Dinlerden, dillerden, irklardan bagimsiz hepimizin bir oldugu, ayni Tanri'nin farkli suretleri oldugumuz bilincini yerlestiriyor. Kosulsuz teslimiyetten bahsediyor, egonun ve bireyselligin Tanri'ya teslim edilmesinden. Kosulsuz teslimiyet beraberinde kosulsuz kabulu getiriyor. Once kendimizi, sonra cevremizdekileri yargilamadan, siniflara, kaliplara koymadan olduklari gibi kabul etmek kosulsuz teslimiyetin bir parcasi. Tanri'ya kosulsuz teslimiyet butun yoga felsefelerinin en onemli unsurlarindan biri. Olan herseyin Tanri'nin iradesinde oldugunun ve her ne olursa olsun guvende oldugumuzun kabulu.

Ilk defa Guney Hindistan'da ortaya cikan bahkti yoga felsefesi toplumu siniflara bolen, ayristiran kast sistemine karsi cikarak, kati kurallarla belirlenen dini rituellere karsilik edebiyat, muzik ve dansla orulu yeni bir ibadet yontemiyle Hindistan'daki spirituellige yeni bir anlayis getirmis. En populer ibadet yontemlerinden biri de en kaba tanimiyla Tanri'nin ovuldugu, Tanri'ya sukredilen sarkilar olan kirtanlarin soylenmesi. Zaman icerisinde bhakti yoga Hindu tanrilarindan Krisna'nin takipcileri arasinda gittikce populer hale gelerek kuzeye dogru yayilarak butun ulkeyi etkisi altina almis. Unlu yogik metin Bhagavad Gita'da Lord Krisna'nin prens Arjun'a aydinlanma yolunda tavsiye ettigi en onemli yontemlerden biri bhakti yoga. Lord Krisna diyor ki "Butun varliklarin iyiligini dusunen, kalplerini bana adayan herkesi tekrarlayan olum ve dogum dongusunden kurtaracagim." Reenkarnasyona inanan bir kulturde bu donguden kurtulmak tekamul etmek anlamina geliyor. Bu sadece Bhagavad Gita'nin mesaji degil, butun dinler sevgiden bahsediyor, Tanri'ya ve birbirimize karsi duydugumuz sevgiden. Aydinlanma yolunda atilacak en buyuk adim sevgi.

Evrendeki her varlik Tanri'nin tezahuru degil mi, hepimiz Tanri'nin nefesi degil miyiz, hepimiz ayni kaynaktan akan damlalar degil miyiz, hepimiz ayni yerden geldik ve ayni yere donmeyecek miyiz? O zaman nedir alip veremedigimiz birbirimizle, neyi paylasamiyoruz ki? Neden yaradilani sevemiyoruz yaradandan oturu? Ormandaki agac da, havadaki kus da, denizdeki balik da, kapi komsumuz da, okyanusun otesindeki balikci da ayni, yok birbirimizden farkimiz. Olanlari, kisileri iyi ya da kotu diye etiketlemeden oldugu gibi kabul etsek ve kendimizi teslim etsek kosulsuzca akisa, Tanri'ya. Acsak kalbimizi ve bassak bagrimiza etrafimizdakileri. Butun duygularimiz erise bir kapta ve sevgi olarak aksa karsimizdakine. Sevgi frekansinda yaratima gecsek. Dusuncelerimiz sevgi odakli olsa, titresimimiz yukselse ve kendimize yarattigimiz gerceklik de buna paralel olarak hep pozitif, hep sevgi cercevesinde olsa hayat daha farkli olmaz miydi? Swami Satyananda'nin dedigi gibi "Butun dunya Tanri'nin gorkemiyle bezenmis. Aziz de gunahkar da, erdemli de zalim de, insan da hayvan da, iyi de kotu de Tanri'nin farkli sekillerdeki tezahuru. O halde zihin bunlara karsi nasil ilahi olmayan bir sekilde durabilir ki?"

Tek ihtiyacimiz olan sevgi. Sevgi bizi dengede tutacak olan, sevgi bizi hissettigimiz yalnizlik hissinden kurtaracak olan, sevgi karsimizdakinde olumsuzu degil olumluyu gormemizi saglayacak olan, sevgi butun yaralarimizi saracak olan. Sevgi dusuncelerimizi donusturecek once, sonra da hayatimizi. Dilimiz, dinimiz, inancimiz, ten rengimiz farkli olsa ne farkeder. Sevgide kaldigimiz surece Tanri'yi gorecegiz baktigimiz her yerde. Birbirimizi severek baslayacak bu yolculuk. Sevgi yaklastiracak bizi birbirimize ve Tanri'ya. Tek ihtiyacimiz bir tutam kosulsuz sevgi. O zaman damlalar birlesip okyanus olacak.