16 Mart 2010 Salı

Hayatla beraber akmak koşmadan

Dünyanın en güzel şehri belki İstanbul ama yaşamasını bilene. Güneşli bir bahar sabahı boğazda kahvaltı yapmanın keyfi belki de hiçbirşeyde yok. Haftasonları Asmalımescit'te dostlarla rakı içmenin coşkusu belki bir başka yerde yaşanmıyor. Köprüden geçerken her iki kıtanın arasında havada olup ışıl ışıl eski, yeni yapıları izlemek bile insanı heyecanlandırıyor.

Bu güzelliğin bedeli de büyük maalesef. Çok çalışıyoruz hepimiz masraflarımızı çıkarmak için. Saatlerimiz trafikte geçiyor. Sürekli bir yerden bir yere yetişme telaşındayız. Hafta içleri geç saatlere kadar çalışıp haftasonuna herşeyi sığdırmaya çalışıyoruz. Bir süre sonra ağır bir yorgunluk çökünce üzerimize anlıyoruz nasıl bir koşturmacanın içerisinde olduğumuzu.

Sırt ve bel ağrılarımız başlıyor, bazen o ağrılar kollara vuruyor, bazılarımız daimi baş ağrılarından muzdaripler, kimisi bitmek bilmeyen cilt sorunlarıyla uğraşıyor. "Kendime ayıracak vaktim yok" diye ortada gezinen insanların mekanı koca bir şehir.

Neden kendimize vakit ayırmıyoruz, neden kendimizi ödüllendirmiyoruz? Hani o çalıştığımız işler sadece para kazanmak için yaptığımız şeylerdi, ne zaman bizim önümüze geçtiler? Ne zaman durup soluklanmayı düşünüyoruz, hastalanınca mı zoraki uzanıp uyuyacağız?

Artık koşmasak, istediğimiz hızda ilerlesek, bütün programları 2 günde yetiştirmeye çalışmasak, hayatımız işimizden ibaretmiş gibi davramayı bıraksak ta kendimizin kıymetini bilsek? Biraz dinlensek, yavaş yavaş aksak hayatla beraber yarışmadan, ruhumuzun ve bedenimizin kıymetini bilsek. Güzel olmaz mıydı? Yeniden doğmak istemez misiniz?

2 Mart 2010 Salı

İçimizden Gelen Değişim


Sürekli hayatımızı değiştirmekten bahsediyoruz. İşimizi, arabamızı, evimizi, belki yaşadığımız şehri, ülkeyi, bazen sevgilimizi, kıyafetlerimizi, mutfağımızı, kimi zaman da arkadaşlarımızı. Mutlu olmak için kendimize şartlar koyuyoruz; bir sevgilim olursa benden mutlusu yok, daha çok kazanacağım bir işe geçersem bütün sorunlarım ortadan kalkacak, birkaç kilo versem kendimi çok iyi hissedeceğim, bu ülkeden çok sıkıldım, yeni bir yere taşınırsam hayatım bambaşka olacak. Evet tebdil-i mekanda ferahlık vardır ama kendinizi de gittiğiniz yere götürdüğünüz müddetçe gittiğiniz yer geldiğiniz yere benzeyecek.


Hiç durmadan cevapları dışarda arıyoruz. Etrafımızı değiştirirsek mutlu olacağımızı sanırken asıl değişimin içerden gelmesi gerektiğini unutuyoruz. Yeni başlangıçlar için kapı kapı dolaşıyoruz, oysa ki çalmamız gereken tek kapı kendi kapımız. Yıllar yılı biriktirdiklerimiz heybemizi bu kadar ağırlaştırmışken nasıl istediğimiz hafif yolculuğu yapabiliriz ki...

Önce kendi katmanlarımıza inelim birer birer; önce kendi yaralarımızı saralım, affedelim geçmişi, önce kendi enerjimizi dönüştürelim. Ondan sonra zaten içinde bulunduğumuz gerçeklik ister istemez değişecek. Bir bakalım bizi ayaklarımızdan tutan, ileri adım atmamızı engelleyen ne. Bunların cevabını kimse veremez size, bütün cevaplar zaten sizde. Sadece kendinizi dinlemeyi öğrenmeniz gerekiyor.


Hayatınızda küçük değişiklikler yapmaya başlayın. Yatağın her zaman kalktığınız tarafından değil de diğer tarafından kalkın, hiç gitmediğiniz cafelerde yemek yiyin, yeni insanlarla tanışın ve kendinizi dinleyin. Bol bol gülün, değişim acılı olmak zorunda değil. Keyfinize bakın, kendinizi şımartın. Haketmediğinizi düşündüğünüz, kendiniz için asla yapmayacağınız bir harcamayı yapın ve keyfini çıkartın. Kendinizi ödüllendirin, hayatınızın odağına neşeyi koyun. O zaman işte herşey değişmeye başlayacak, hem de tam istediğiniz gibi. Sizi siz yaptığını düşündüğünüz dramlarınızı serbest bırakıp, her zaman istediğiniz hayatı yaratmak çok kolay, yeter ki isteyin. Bu cesur adımı atmaya hazır mısınız?